İnternet sitemizde çerez (cookie) kullanılmaktadır. Çerezler (cookie) hakkında detaylı bilgi için Çerez Politikası'nı inceleyiniz. Devam etmeniz halinde çerez (cookie) kullanımına izin verdiğinizi kabul edeceğiz. Çerez ayarlarınızı değiştirmeniz halinde internet sitesinin birtakım özelliklerini kullanamayabileceğinizi belirtmek isteriz.

Kalınbarsak kanserinden nasıl korunulur?

Kalınbarsak kanserinden nasıl korunulur?

Kalınbarsak kanseri, erkeklerde prostat ve akciğerden, kadınlarda da meme ve akciğerden sonra üçüncü sıklıkta görülen kanserleri oluşturmaktadır. Bütün kanselerin yaklaşık olarak % 15’ ini oluşturmaktadır.


ABD’ nde, kanser ölümlerinin ikinci en sık nedenidir. 1973 ve 1995 yılları arasında, kalınbarsak kanserine bağlı ölüm oranı % 20 azalırken görülme sıklığı da yaklaşık olarak % 7 azalmıştır. Bu azalma da meyve ve sebze tüketimindeki artış ile NSAİİ’ ların kullanılmasındaki artışa bağlanmaktadır. 5 yıllık sağkalım oranı, tüm hastalar ele alındığında yaklaşık % 62’ dir. Kalınbarsak kanseri riski yaşla birlikte artmaktadır. Hastaların % 90’ ı 50 yaş ve üzerindekileri kapsamaktadır. Hastalık 70 yaşında zirve yapmaktadır. İleri evre kanserli hastalarda, adjuvant kemoterapi ve cerrahi tedavi tekniklerindeki gelişmelerle ölüm ve nüks riski azaltılmıştır.

Kanserin tedavisinde büyük ilerlemeler sağlanmakla birlikte, kanserle mücadelenin en önemli unsuru korunmadır. Kanserden birincil korunmada, kanserin altında yatan genetik, biyolojik ve çevresel faktörlerin saptanması gereklidir. Kansere dönüşme riski olan anormal oluşumların (adenom) çıkarılması, birincil korunma olarak etkili olabilir.

Yapılan çalışmalarda, kalınbarsak kanserinin gelişiminde, genetik yatkınlık ile çevresel faktörlerin etkileşiminin rol oynadığı düşünülmektedir. En önemli risk faktörü aile hikayesidir. Alınan besinlerin, kalınbarsak kanserinin gelişiminde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Adenom denen oluşumlar, kalınbarsak kanserlerinin gelişiminde önemli bir yer tutar. Bunların görülme sıklığının azaltılması ile kalınbarsak kanserinde azalma sağlanabilir. Sigmoidoskopi ile adenom saptanırsa, daha ileridekileri görebilmek için kolonoskopi yapmak gereklidir. Küçük adenomlardan kanser gelişmesi yıllarca sürmektedir.

Diyetle yağ ve et alımı

Yapılan çalışmalarda, diyetle yüksek miktarda yağ alan kişilerde kalınbarsak kanseri gelişme riskinin daha yüksek olduğu gösterilmiştir. Diyetle yağ alımı düşük olanlarda ise, kanser gelişme riski azalmaktadır. Alınan toplam kalorinin % 40-45’ ini yağlardan karşılayan topluluklarda kanser riski yüksek iken, sadece % 10’ unu yağlardan karşılayan topluluklar kalınbarsak kanseri için düşük risk grubunu oluşturmaktadır. Japonya’ da yapılan bir araştırmada, et tüketimi fazla olanlarda kalınbarsak kanseri sık saptanırken, vejetaryanlarda daha az sıklıkta saptanmıştır. Yapılan araştırmalarda, kalınbarsak adenomlarının gelişmesinde, diyetin çok önemli bir yer tutttuğu gösterilmiştir. Bu çalışmalardan bazılarında, diyetteki yağ miktarının adenom geliştirme riskini arttırdığı gösterilmiştir. Ayrıca, diyetle yüksek miktarda yağ alınmasının poliplerin çıkarılmasını takiben adenomun tekrar oluşma riskini arttırdığı gösterilmiştir.

Safra asidi

Safra asitlerinin, kalınbarsak kanserinin gelişimindeki rolü araştırılmıştır. Diyetle alınan yağ, barsaklara geldiğinde safra asitlerinin salınımını uyarır. Kalınbarsaktaki safra asidi miktarını, temel olarak diyetteki yağ oranı belirlemektedir. Bununla birlikte, safra asitlerinin kalınbarsak kanserinde oynadıkları rol tam olarak bilinmemektedir. Fakat, diaçilgliserol isimli madde üzerinden etkili olduğu düşünülmektedir. Diyetle alınan fosfolipidlerin, barsaklarda bulunan bakteriler tarafından diaçilgliserole çevrilme işlemi; yüksek yağ diyetiyle artmaktadır. Diaçilgliserolün, hücrelerde hücreiçi sinyal iletimini düzenleyen protein kinaz C isimli molekülü uyararak etkili olduğu düşünülmektedir.


Diyetle alınan sebzeler ve lifli gıdalar

Yapılan çeşitli çalışmalarda, diyetle alınan lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olduğu gösterilmiştir. Lifli gıdaların, kalınbarsak kanserine karşı koruyucu olmasının çeşitli mekanizmaları vardır. Bu mekanizmaları şöyle sıralayabiliriz: safra asitlerini bağlayarak zararlı etkilerinin azaltılması, dışkının barsakta kalış süresinin kısalmasıdır. Lifli gıdalar, bakteri miktarını arttırarak bütirat gibi kısa zincirli yağ asitlerinin yapılmasını arttırırlar. Bütiratın kansere karşı koruyucu etkisi olduğu gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarda, lifli gıdadan zengin diyetle beslenmenin kalınbarsak kanseriyle ters ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu besin maddeleri, fenolik bileşikler, sülfür içeren bileşikler ve flavonları içermektedir. Bir başka çalışmada, sebzeden zengin beslenmeyle kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır.


Kalsiyum


Ağızdan alınan kalsiyumun, safra asitlerine ve yağ asitlerine bağlanarak onların barsak hücreleri üzerine olan zararlı etkilerini azalttığı ileri sürülmüştür. Yapılan çalışmalarda, kalsiyum alınması ile kanser arasında ters ilişki olduğu gösterilmiştir. Amerika’ da kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünlerini bol olarak tüketen iki toplulukta, kalınbarsak kanserinin daha az görüldüğü gösterilmiştir.

Bazı hayvan çalışmalarında ve insanlarda yapılan çalışmaların hepsinde olmamakla birlikte bir kısmında, kalsiyum sitrat kullanılmasını takiben kalınbarsak epitel hücre çoğalmasının azaldığı gösterilmiştir. Rastgele, plasebo kontrollü yapılan bir araştırmada, dışarıdan kalsiyum verilmesinin adenomun tedavi sonrasında tekrarlama riski üzerine etkisi araştırılmıştır. Kalsiyum, 1200 mg elemental kalsiyum içeren 3 gram/gün kalsiyum karbonat ile verilmiştir. Bu çalışmada kalsiyum verilmesinin, adenomun tekrarlama riskinde ve oluşan adenomların sayısında azalma olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın en önemli dezavantajı, sadece adenom saptanmış hastaları kapsaması; kalsiyum alımının ilk adenom gelişmesine etkisini göstermemesi ve adenomdan kanser gelişimini izleyecek kadar uzun süreli olmamasıdır. Çalışmalarda günde ortalama 1250-2000 mg kalsiyum dışarıdan uygulanmıştır.

Non-steroidal antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ)

Yapılan araştırmaların çoğunda, aspirin kullanılmasının kalınbarsak kanserinin görülme riskini azalttığı gösterilmiştir. Amerika’ da yapılan büyük bir araştırmada, aspirin kullanan kişilerde, kalınbarsak kanserine bağlı ölümlerin % 40 daha az görüldüğü saptanmıştır. Başka bir çalışmada da NSAİİ kullanan ve romatoid artritli 11.000 erkek ve kadın hastada, kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 37 daha az olduğu gözlenmiştir. 47.000 erkek üzerinde yapılan başka bir çalışmada, düzenli olarak aspirin kullanan (haftada enaz iki defa) erkeklerde, kalınabarsak kanseri görülme riskinde % 30 azalma saptanmıştır. Aspirin dışında NSAİİ kullanan 65 yaş üstündeki hastalarda, kalınbarsak kanseri görülme riskinin azaldığı gösterilmiştir. Yapılan başka bir çalışmada ise; 40-84 yaş arasındaki 22.000 erkeğe rastgele plasebo veya aspirin (325 mg/gün) verilmiştir. 4,5 yıllık takip süresinde, kalınbarsak kanseri veya adenom gelişme riskinde herhangibir azalma saptanmamıştır. Arkasından yapılan 12 yıllık takip değerlendirilmesinde, aspirin kullanılması ile kalınbarsak kanseri görülme sıklığı arasında herhangibir ilişki saptanmamıştır. Sulindak isimli NSAİİ ile yapılan birçok çalışmada, familyal polipozis hastalarında kullanıldığında adenomların sayısında ve büyüklüğünde azalma olduğu gösterilmiştir.

Piroksikam isimli NSAİİ, 20 mg/gün kullanıldığında, adenom hikayesi olanlarda, rektal prostaglandin düzeylerini yaklaşık olarak % 50 azaltmaktadır.

NSAİİ’ ların yeni üyesi ve COX-2 isimli enzimi inhibe eden Celecoxib (Celebrex), bu alanda çalışmaları yoğun olarak yapılan bir diğer ilaçtır.

Genel olarak NSAİİ’ ların, kalınbarsak kanseri ve adenom riskini azaltmak için kullanılması henüz önerilmemektedir. Bu konuda daha kapsamlı araştırmalar gereklidir. Çünkü, NSAİİ kullanılmasının ülser, şoka neden olabilecek mide-barsak kanaması yapma riskleri vardır.


Fiziksel aktivite

Hareketsiz bir hayatı olan kişilerde, çalışmaların bazılarında kalınabarsak kanseri riskinde artış olduğu gözlenmiştir. Başka bir çalışmada ise, hareketsiz işlerde çalışanlarda rektum kanseri riskinde artış olduğu saptanmıştır. Öte yandan, doymuş yağ alımı ve kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasındaki ilişki; aktif hayat yaşayanlara göre hareketsiz hayat yaşayanlarda daha belirgin saptanmıştır.

Alkol kullanılması

Yapılan büyük bir araştırmada, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi riski arasında zayıf bir ilişki saptanmıştır. Başka bir derlemede de, özellikle bira içen erkeklerde rektal kanser riskinde istatistik olarak anlamlı artış olduğu gösterilmiştir. Açıklama olarak, alkolün kalınbarsak mukozası hücrelerinin çoğalmasını uyardığı ve barsaklarda karsinojenezisin başlamasını uyardığı öne sürülmektedir. Sonradan yayınlanan araştırmalarda, alkol kullanılması ile kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğu desteklenmiştir.

Çok sayıdaki çalışmalarda, alkol alınması ve kalınbarsak adenomu gelişmesi arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Çalışmalar, alkol alınmasının adenom-kanser ilişkisi üzerinde etkili olabileceğini düşündürmektedir.

Vitaminler

Yaklaşık olarak 35.000 kadında yapılan bir çalışmada, vitamin E alınması ve kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Başka bir çalışmada da, vitamin D alınması ile kolorektal kanser gelişmesi arasında ters ilişki saptanmıştır. Günde 400 mcg’ dan fazla folik asit alınması ile 200 mcg/gün veya daha az alanlar karşılaştırıldığında, yüksek vitamin alanlarda, kalınbarsak kanserinin riskinde azalma olduğu gözlenmiştir.

Sigara içilmesi

Çalışmaların çoğunda, sigara içenlerde adenom gelişme riskinde artış olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, adenom nedeniyle polipektomi geçirenlerden sigara içen erkek ve kadınlarda adenomların tekrarlama riskinin yüksek olduğu saptanmıştır. Kanser gelişiminin olması için en az 35 yıl sigara içilmesinin gerektiği öne sürülmektedir. Ayrıca, ince ve kalınbarsak adenomu olanlarda, kanser gelişiminin uyarılmasının en az 35 yıl sigara içilmesiyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Ayrıca, halen sigara içiyor olma veya son on yıl içinde sigara içiyor olma ile, kalınbarsak kanseri gelişmesi arasında ilişki olduğunu destekleyen veriler vardır. Günde bir paketten daha fazla sigara içenlerde, hiç içmeyenlere göre kalınbarsak kanseri riskinin % 50 daha fazla olduğu gösterilmiştir. 28 yıllık takibin yapıldığı bir çalışmada, çalışmanın başlangıcında sigara içip içmemenin riski arttırmadığı saptanmıştır. Fakat, sürekli sigara içenler ayrı bir grup olarak ele alındığında, diğerlerine göre kalınabarsak kanseri gelişme riskinin % 57-71 daha fazla olduğu saptanmıştır.

Bu yüzyılın ortalarına kadar kalınabarsak kanserinden ölüm oranlarının erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olmasının nedeni olarak, erkeklerin daha fazla sigara içmesine bağlanmaktadır. Kalınbarsak kanserinin yaklaşık olarak % 20’ sinin sigara içilmesi nedeniyle geliştiği düşünülmektedir.

Polip alınması (polipektomi)

Yapılan bir çalışmada, kolonoskopik polipektomi sonrasında kalınbarsak kanseri görülme sıklığının % 75 azaldığı gösterilmiştir. Bu da 50 yaşından sonra veya aile hikayesi olan daha genç hastalarda tarama tetkiklerinin önemini göstermektedir.

 

Kalınbarsak kanserinin bulguları nelerdir?

Aşağıdaki şikayetlerinden herhangibirisi olan hastalar, hekimlerine başvurmalıdır;

  • Birkaç günden daha uzun süren ishal, kabızlık veya hiç dışkılayamama gibi tuvalet alışkanlıklarında değişiklik olması

  • Makattan kanama veya dışkıda kan gözükmesi

  • Kramp tarzında veya sürekli karın ağrısı

  • İştahsızlık

  • Zayıflama ve yorgunluk

  • Sarılık ( ciltte ve gözün beyaz kısmında yeşil-sarı renk değişikliği )

Enfeksiyonlar, hemoroid ve iltihabi barsak hastalığı gibi diğer hastalıklarda da bu tür şikayetler olabilir. Bu şikayetlerin neye bağlı olduğunu ancak doktor anlayabilir. Bu bulgular, belki de hastalığın erken teşhisini ve tedavisini sağlayabilir. Hasta, hekimiyle görüşerek yakınmalarını iletmelidir. Fakat, bazen kalınbarsak kanseri, hiçbir şikayete neden olmaz. Yakınmalar başladığında ise kanser, sıklıkla ileri evrede saptanır.

 

Kalınbarsak kanserinin tanısı nasıl konmaktadır? 

Hastanın yakınmalarını dinleyen hekim, kalınbarsak veya rektum kanserinden şüphelenirse; hastanın geçmişini sorgular ve muayene eder. Sonrasında tanı için, bazı tetkikler istenir.

Hastanın hikayesi ve fizik muayenesi: Hastanın hikayesi ; hastanın yakınmalarının ve risk faktörlerinin sistemli bir şekilde doktor tarafından sorgulanmasıdır. Fizik muayenede ise; rektal tuşe (makatın, parmakla muayenesi) dahil, karnın detaylı muayenesi (organ büyümesi veya kitle vs.. açısından) ve vücudun diğer önemli kısımlarının muayenesini kapsar.

Kolonoskopi: Daha önceden hakkında bilgi verdiğimiz kolonoskopi, erken tanıda yardımcı olurken, kesin tanıya da yardımcı olur. Kolonoskopik inceleme esnasında görülen kitlelerden veya şüpheli alanlardan alınan biyopsinin, mikroskop altında incelenmesi ile kesin tanı konabilmektedir. Küçük polipler, bu işlem esnasında tamamen alınıp incelenebilmektedir. Eğer kitle büyükse, sadece parça alınarak tanıya gidilebilir. Bu işlem esnasında alınan biyopsiler, yaklaşık olarak 3 mm çapındadır.

Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu radyolojik tetkikten daha önce ayrıntılı olarak bahsedilmiştir. Bu film ile, kitle olup olmadığı, nerede yerleştiği ve özellikleri görülebilmektedir. Fakat, kesin tanı için diğer tetkiklere ihtiyaç vardır.

Ultrason: Transdüser isimli özel bir cihaz tarafından üretilen ses dalgalarının, yakında bulunan organlardan yansıması ile elde edilen görüntünün değerlendirilmesine dayalı radyolojik tetkiktir. Ses dalgalarının yansıması, transdüser isimli cihaz tarafından alınır ve bilgisayar tarafından organ veya dokunun görünümü değerlendirilerek monitöre yansıtılır. Normal ve kanserli bölgenin, ses dalgalarını yansıtma özelliği farklıdır. Ultrasondan ayrıca, hastalığın sınırlı veya yayılmış olup olmadığını anlamada yararlanılır. Kalınbarsak ve rektum kanserlerinin tanısında iki türlü ultrason kullanılmaktadır. Endorektal ultrason denen yöntemde, bu işlem için özel bir transdüser doğrudan rektuma sokulur. Bu tetkikle, rektum kanserinin barsak duvarını aşıp aşmadığı, çevre dokulara yayılıp yayılmadığı değerlendirilebilir. İntraoperatif ultrason denen yöntemde, cerrah batını açıp içeri girdiğinde öncelikle karaciğer başta olmak üzere (kalınbarsak kanserli karaciğere çok sık olarak yayılım gösterir) batıniçi organların değerlendirilmesinde kullanılır.

Bilgisayarlı Tomografi (BT): Bu radyolojik tetkikte, x ışınları ile vücut çeşitli açılardan, seri filmlerle değerlendirilir. Alınan bu şekiller, bilgisayarla değerlendirilir ve monitöre aktarılır. Daha net görüntülerin alınabilmesi için, sıklıkla toplaramar içine kontrast madde olarak isimlendirilen solüsyonlar verilir. Kalınbarsak kanserinin en çok yayılım gösterdiği, karaciğer ve akciğer gibi organlar ile karın içine yayılım olup olmadığı BT ile değerlendirilebilir. Portografili spiral BT denen yöntemde; karaciğeri besleyen damarlardan olan portal vene kontrast madde verilerek işlem yapılır. Böylece, sık olarak kalınbarsak kanserinin yayılım gösterdiği karaciğer daha net olarak değerlendirilebilir. Ayrıca, batın içindeki şüpheli kitlelerden BT eşliğinde iğne biyopsisi yapılabilir. BT eşliğinde alınan biyopsi yaklaşık 13 mm uzunluğunda ve 3 mm çapındadır. Alınan bu örnek, mikroskop altında değerlendirilir.

Akciğer grafisi: Bu tetkikle, kalınbarsak kanserinin sık olarak yayıldığı akciğerler değerlendirilir.

Manyetik rezonans görüntüleme (MRG): BT’ ye benzer şekilde, vücudun bir çok açıdan görüntülerini alır. BT’ den farklı olarak radyasyon kullanılmaz. Güçlü manyetik alan kullanılır. Bu tetkikte, manyetik alan olması nedeni ile, vücudunda metal protez olanlar, kalp pili olanlarda tetkik yapılmaz. Bu yöntem, çok çeşitli açılardan görüntü alabilmesi nedeni ile, metastazları saptamada BT ve akciğer grafisinden daha değerlidir.

Pozitron emisyon tomografisi (PET): Bu tetkikte, radyoaktif atom içeren glükoz (şekerin kimyasal biçimi) kullanılır. Bu maddeden, atomdan küçük olan pozitron isimli partiküller açığa çıkar. Özel bir kamera ile vücut görüntülenerek bu pozitronların dağılımı izlenir. Vücuttaki hücreler; bu radyoaktif şekeri değişik miktarlarda alırlar. Bu miktardaki değişiklik, hücrelerin metabolizma hızları ile orantılıdır. Bu nedenle PET; diğerlerinden farklı olarak, içyapıların şekli yanında onların metabolizmalarıyla ilgili bilgi verir. Kanser hücrelerinin metabolizması, normal hücrelerden farklı olduğu için kitlelerin kanser olup olmadığı ve yayılım yapıp yapmadığı değerlendirilebilir. Fakat günümüzde, PET rutin olarak kullanılmamaktadır. PET, kalınbarsak kanserinde araştırma amaçlı kullanılmaktadır.

Anjiografi: Bu tetkikte, damar içine ince bir kanül sokularak incelenecek bölgeye doğru çeşitli manevralarla ilerletilir. İncelenecek bölgeye gelindiğinde, hızlıca kontrast madde verilir ve seri olarak röntgenleri çekilir. İşlem sona erdiğinde, kanül damardan çekilir. Anjiografi, kalınbarsak kanserinin tanısında ve tedavi planlanmasında nadiren kullanılır. Daha çok karaciğer metastazı olan hastalarda, operasyonun daha az kan kaybıyla bitirilmesine yardımcı olabilmesi nedeni ile kullanılmaktadır. Çıkarılamayan karaciğer kitlelerinde de, kanlanmayı sağlayan damarın belirlenmesinde, doğrudan kitleye ilaç uygulamasında yardımcı bir tetkiktir.

Kan biyokimyası ve hemogram:Tam kan sayımı, hastanın kanındaki çeşitli hücrelerin miktarının saptanmasını sağlar. Kan hücrelerinin azalması, kanserden kanamaya bağlı olarak görülebilir. Bu kan kaybı nedeni ile demir eksikliği anemisi gelişebilir (kanamayla birlikte, kan hücrelerinin yanı sıra demir iyonu da kaybolur). Demir eksikliği anemisi, erişkinlerde sıklıkla kanamaya bağlıdır. Kadınlarda, demir eksikliği özellikle ülkemiz başta olmak üzere sık görülmektedir. Kadınlarda demir eksikliğinin daha sık görülmesi, doğumlar ve adet kanamaları ile olan kayıplara bağlıdır. Fakat, doktorların demir eksikliğinin neye bağlı olduğunu iyice değerlendirmeleri gereklidir. Gereğinde, kayıp bölgesi olarak mide-barsak sistemi değerlendirilmelidir.

Kemoterapi ile tedavi edilecek olan hastaların, düzenli olarak bu tetkiklerini yaptırmaları gereklidir (ilaçların kemik iliğini etkilemeleri nedeni ile). Kanserin karaciğer ve kemiğe yayılma riskinin olması nedeni ile oluşabilecek biyokimyasal bozuklukların saptanabilmesi için, düzenli olarak kan biyokimya tetkikleri yapılmalıdır.

Karsinoembriyonik antijen testi (CEA): CEA, kalınbarsak ve rektum kanseri hücrelerinin çoğu tarafından üretilerek kan dolaşımına salınır. CEA testi; kalınbarsak kanseri nedeni ile tedavi almış hastaların takibinde, diğer testlerle birlikte kullanılır. CEA düzeyleri, hastalığı tekrarlayanlarda erken dönemde yükselebilir ve bu da erken tanı konmasını sağlayabilir. CEA düzeylerinde yükselme olması; kalınbarsak kanseri dışında başka nedenlerle de olmaktadır. Ülseratif kolit, barsakların kanser olmayan tümörleri, bazı karaciğer hastalıkları ve müzmin akciğer hastalıklarında da CEA yükselebilmektedir. Sigara içilmesi de, CEA düzeyinde yükselmeye neden olmaktadır. CEA’ nın kanser dışı nedenlerle de yükselebilmesi nedeni ile, insanların kanserli olup olmadığının araştırılmasında kullanılması uygun değildir. CEA, kalınbarsak kanseri tanısı konmuş ve tedavi almış veya halen tedavi alan hastaların izlenmesinde çok yararlıdır.

 

Kalınbarsak kanserinin taraması nasıl yapılır?


Kalınbarsak kanserin taranması; daha önceden bu hastalık nedeni ile tedavi olmamış, hastalıkla ilişkili olabilecek yakınmaları olan hastalarda yapılabilmektedir. Böylece erken tanı ve daha başarılı bir tedavi uygulanabilmektedir. Kalınbarsak kanserinin taraması için bir çok yöntem kullanılmaktadır.

Makattan parmakla muayene: Hastanın makadı, hekim tarafından parmakla muayene edilir. Bu işleme tıp dilinde rektal tuşe ismi verilmektedir. Bu yöntem, prostat bezinin muayenesinde de kullanılmaktadır. Dikkatle yapıldığında genellikle ağrı olmaz. Bu yöntemle, makatta kitle olup olmadığı anlaşılabilir.

Dışkıda gizli kan testi: Bu testle, dışkıda gözle görünmeyen miktarlarda kanama olup olmadığı araştırılır. Kalınbarsak adenomu veya kanserinin yüzeyindeki damarlar, çabuk hasar görmeye eğilimlidirler ve bu yolla dışkıya kan karışabilir. Bu kanamanın miktarına göre, dışkının rengi değişebilir. Fakat sıklıkla, dışkıya az miktarda kanama olur ve bu da dışkının rengini değiştirmez. Gizli kan testi ile böyle az miktardaki kanamalar saptanabilir. Dışkıda gizli kan testi pozitif olanlarda, kanser açısından daha detaylı incelemeler başlatılır. Testin pozitif olması, her zaman polip veya kanser olduğunu göstermez. Divertikülit, hemoroid vs. gibi diğer kanama nedenleri de görülebilir. Et ürünlerinden alınan kan ve ağızdan demir preparatlarının kullanıldığı durumlarda, test yanlış pozitif çıkabilir. Kalınbarsak kanseri taramasında, bu testin tek başına kullanılması önerilmemektedir.

Sigmoidoskopi: Sigmoidoskop, parmak kalınlığında, silindir biçiminde, esnek, ışıklı, görüntü ileten bir tüptür. Makattan sokularak kalınbarsakların son 30 cm’ lik kısmı incelenir.Ayrıca, video bağlantısı ile görüntü daha da büyültülebilir. Polipler, yavaş büyürler ve ileride kansere dönüşebilirler. Bu test hasta için çok rahatsız edici olsa da yararlı ve ağrısızdır. Uzunluğu 60 santimetre olması nedeni ile kalın barsağın sadece yarısı izlenebilmektedir.

Kolonoskopi: Kolonoskopi de sigmoidoskopiye benzer yapıdadır, fakat daha uzundur. Tetkik esnasında polip görülürse alınır. Polipler, tanı anında kansere dönüşmemiş olabilir. Fakat, ileride kanserleşme riski taşıması nedeni ile alınırlar. Bu işleme polipektomi denmektedir. Alınan polipler, mikroskopla incelenerek kanserleşme olup olmadığı değerlendirilir. Eğer tetkik esnasında şüpheli bir kitle görülürse, buradan biyopsi alınarak patoloji laboratuarında tetkik edilir. Böylece kitlenin kanser olup olmadığı anlaşılabilir. Kesin tanı için biyopsi gereklidir. Kolonoskopi de hasta için rahatsız edici bir işlemdir, fakat; ağrı genellikle hafiftir veya olmaz. İşlem esnasında, hastayı rahtlatmak ve uyutmak için toplardamar içine ilaç uygulanmaktadır.

Çift kontrastlı baryumlu kalınbarsak grafisi: Bu tetkik esnasında baryum ismi verilen madde kullanılmaktadır. Bu madde, kalın barsağın yüzeyini kaplayarak ince bir tabak oluşturur. Makattan uygulanır. Kalın barsağın yaklaşık olarak yarısına kadar baryum doldurulur ve hasta röntgen makinesinin altında çevrilerek bu baryumun dağılması sağlanır. Hava verilerek kalın barsakların genişlemesi ve daha iyi görüntü alınması sağlanır. Hastalara, bir gece önceden ve sabahtan barsak temizliği yaptırılır.

 

Amerika Kanser Cemiyeti’ nin, kolorektal kanserlerin taraması için yaptığı öneri:

* 50 yaşın üstündeki bütün sağlıklı erkek ve kadınlar için aşağıdaki üç yöntemden birisinin uygulanması önerilmektedir.

  1. Yılda bir kez dışkıda gizli kan testi ve her 5 yılda bir sigmoidoskopi veya

  2. Her 10 yılda bir kolonoskopi veya

  3. Her 5-10 yılda bir çift kontrastlı baryumlu kalın barsak grafisi çekilmesi

  • Makattan parmakla muayene; sigmoidoskopi, kolonoskopi veya çift kontrastlı baryumlu grafiyle beraber yapılmalıdır.

** Kalınbarsak kanseri için aşağıda belirtilen risk faktörlerinden birisi bulunan kişilerde, daha sık aralıklarla ve/veya daha erken yaşlarda taramalar yapılmalıdır:

  1. Kalınbarsak kanserinin veya polipin güçlü aile hikayesi olanlar ( 60 yaşından genç birinci derecede akrabalardan birinde veya herhangibir yaşta birinci derecede akrabaların ikisinde bu hastalıkların olması )

  2. Kalıtsal kalınbarsak kanseri sendromları olan aileler (ailesel adenomatöz polipozis ve herediter-kalıtsal non-polipozis kalınbarsak kanseri)

  3. Kişide süregen iltihabi kalınbarsak hastalığının olması